Başkanın Mesajı

Bankacılık ve sigorta şirketlerinde risk yönetiminin önemi, zaman içerisinde kendisini kanıtlamıştır. Artık herhangi bir finansal türbülans veya kriz sonrasında regülasyonlar yeniden tanımlanmaktadır. Uluslararası ödemeler bankası (BIS-banking of international settlement) öncülüğünde hazırlanan BASEL (Basel 1, 2 ve 3) taslaklarının tarihsel akışına bakıldığında bu önermenin doğru olduğu görülecektir. Önce bankaların ağırlıklı olarak bankacılık hesaplarındaki varlıklardan kaynaklanan kredi riski taşıdığı ve bu riskli varlıklara göre sermaye ayırma gerekliliği gündeme gelmişken, 2008 finansal krizi ile birlikte bankaların ayırdıkları sermayeden çok daha fazlasını kaybettiği görülmüştür.

Finansal kesimdeki faaliyet konsantrasyonu, yüksek borçluluk oranları ve reel ekonomiye olan etkisi dikkate alındığında, yasal zorunluluğun önemi net olarak görülmektedir. Bu nedenledir ki, FED veya BDDK gibi düzenleyici kurumlar tarafından yukarıda bahsedilen taslakların yasal zeminde uygulanma zorunluluğu, finansal sektöre riskin tanımlanması, hesaplanması ve raporlaması konusunda belirli yasal çerçeve sunmaktadır. Buradaki en büyük motivasyon, finansal sektörün global, ve sektör itibariyle de “too big to fail” olmasıdır. Bu sektördeki çalkantı, doğrudan reel sektörü ve sonuç olarak ekonomiyi fazlasıyla etkileyeceği için burada daha kontrol odaklı bir düzenleyici uygulamaların olması kaçınılmazdır.

Ancak artık günümüzde hem tedarik zincirinin hem yatırımcıların karmaşıklığı, hem biriken yüksek orandaki borç stoğu, yapılan işlemlerin ve müşterilerin ve yatırımcıların sadece bölgesel değil küresel olması, reel sektörün de risk yönetiminin gerekliliklerini yerine getirmesini zorunlu kılmaktadır.

ABD’de SEC, Türkiye’de SPK ve TTK reel sektör risk yönetimine atıfta bulunarak, bir takım yasal çerçeveler oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak bu yaklaşım, reel sektördeki endüstri ve faaliyet çeşitliliği düşünüldüğünde sınırlı bir kapsam ve söylemden öteye gidememektedir. Buna ek olarak, liberalleşen ve enflasyonun düştüğü ekonomilerde; kar marjının rekabetin de etkisi ile iyice azaldığı ortadadır. Bu nedenle her bir şirketin sadece kendi sürdürülebilirliği için bile olsa, risk yönetimini temel bir fonksiyonu olarak bünyesinde kurması zorunludur. Sürdürülebilir şirket yapısı, sürdürülebilir bir ekonomiyi işaret edeceğinden, şirketlerin tekil menfaatlerinin yanında ekonominin geneli için bir takım uygulamaların, bilinç seviyesinin ve ortak tartışma alanlarının oluşturulması gerekmektedir.

Kaldı ki, ister finansal ister reel sektör olsun, yasal düzenlemeler her zaman anın gerekliliğine uygun olarak doğası gereği hızlı cevap verememektedir. Yasal düzenlemelerin sınırlı kaldığı bu durumda, sivil toplum kuruluşları bu eksikliği doldurmalı ve belirli bir farkındalık yaratmak için çalışmalıdır. Bu gereklilik, hem reel sektördeki risk yönetimi bilincinin artırılmasına hem de yasal düzenlemelerin kapsamının daha uygulanabilir, pratik ve reel sektördeki şirket yöneticilerinin fikirlerini yansıtan bir şekilde oluşturulmasına katkıda bulunacaktır.

Yasal zorunluluğun reel sektörde halka açık şirketlerle sınırlı kalması, diğer şirketlerin maliyet oluşturabilecek bu gibi uygulamaları kolay kolay benimsememesi ile sonuçlanmaktadır. Önemli olan, bu uygulamaların zorunluluğunu dünyadaki örnek olaylar ile anlatmak ve ortak bir bilinç yaratmaktır. Bunun sağlanabilmesi için öncelikle hangi yolların izlenmesi gerektiğinin tartışılabileceği platformların oluşturulması önem arz etmektedir.

KRYD, 1974 yılında kurulan ve 4000’i aşkın bireysel üyesi bulunan Federation of European Risk Management Associations’a (“FERMA”) Ekim 2009 itibariyle üyedir. Bu üyelikle, Avrupa’da Risk Yönetimi ve Sigorta faaliyetlerine yönelik ortak bir kültürün oluşturulmasını, risk yönetimine yönelik uygulamaların geliştirilmesini ve profesyoneller için bu alanda uluslararası bir referans olmayı amaçlamaktadır.